
Türkiye’nin Dönüşümü: 2002 Öncesi ve Sonrası Dönemlerin Karşılaştırmalı Bir Analizi
“Eski” ve “Yeni” Türkiye’yi Tanımlamak
Bu rapor, modern Türkiye tarihinin iki ayrı dönemini kapsayan kapsamlı ve veriye dayalı bir karşılaştırmalı analiz sunmaktadır: 1970’lerden 2002’ye kadar uzanan “Eski Türkiye” dönemi ve 2002’den itibaren Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yönetimindeki “Yeni Türkiye” dönemi. Bu analiz, popüler anlatıların ötesine geçerek, bu geçişi tanımlayan siyaset, ekonomi, toplumsal yapı ve kamu hizmetlerindeki yapısal değişiklikleri derinlemesine incelemeyi amaçlamaktadır.
“Eski Türkiye“nin mirası, 2002 öncesi dönemin belirleyici özelliklerini ortaya koyarak bir başlangıç noktası oluşturmaktadır. Bu dönem, kısa ömürlü ve etkisiz koalisyon hükümetleriyle karakterize olan kronik siyasi istikrarsızlık; doğrudan ve dolaylı müdahalelerle sonuçlanan askeri vesayetin sürekli gölgesi altında işleyen bir siyasi sistem; tekrarlayan krizler, hiperenflasyon ve kronik kamu borcuyla boğuşan değişken bir ekonomi ve siyasi şiddet, çözülmemiş Kürt sorunu ve başörtüsü yasağı gibi kutuplaştırıcı kimlik çatışmalarından kaynaklanan derin toplumsal travmalarla tanımlanır.
“Yeni Türkiye” tezi ise, 2002 sonrası dönemi, tek parti yönetimi altında benzeri görülmemiş bir siyasi istikrar, devasa altyapı ve sosyal hizmet genişlemesine odaklanan devlet öncülüğünde bir kalkınma modeli ve devlet-toplum ilişkilerinin yeniden tanımlanmasıyla karakterize edilen derin bir dönüşüm dönemi olarak çerçevelemektedir. Bununla birlikte bu rapor, demokratik gerileme, artan siyasi kutuplaşma ve yeni ekonomik kırılganlıkların ortaya çıkışı da dahil olmak üzere bu dönüşümün maliyetlerini ve çelişkilerini de eleştirel bir gözle inceleyecektir.
Siyasi Alan- İstikrarsızlıktan Aşırı Merkezileşmeye
Bu bölüm, Türkiye’nin yönetim modelindeki temel değişimi, yani 2002 öncesi dönemin parçalanmış, krizlerle dolu parlamenter sisteminden 2002 sonrası dönemin merkeziyetçi, yürütme odaklı sistemine geçişi analiz etmektedir.
“Eski Türkiye”de Yönetim: Kırılgan Koalisyonlar ve Askeri Vesayet Dönemi
İstikrarsızlık Döngüsü (1970’ler)
1970’ler, Türkiye için siyasi bir kaosun hüküm sürdüğü “kayıp bir on yıl” olarak nitelendirilebilir. Bu dönem, ülkenin siyasi ve ekonomik istikrarını temelden sarsan olaylara sahne olmuştur.
- Veriler: 1971 ile 1980 arasında Türkiye, on üç farklı ve genellikle kısa ömürlü hükümet tarafından yönetilmiştir. Bu dönem, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile Milli Selamet Partisi (MSP) koalisyonu ve Milliyetçi Cephe hükümetleri gibi sürekli değişen koalisyon ortaklıklarıyla damgalanmıştır. Adalet Partisi (AP), CHP, MSP ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) gibi çok sayıda partinin iktidar mücadelesi verdiği siyasi manzara oldukça parçalı bir yapıdaydı.
- Analiz: Bu siyasi felç durumu, tutarlı ve uzun vadeli politikaların uygulanmasını engellemiş ve ülkeyi 1973 ve 1979 petrol krizleri gibi ekonomik şoklara karşı son derece savunmasız bırakmıştır. İstikrarsızlık, sağ ve sol gruplar arasında tırmanan siyasi şiddeti doğrudan körüklemiş ve askeri müdahaleye zemin hazırlamıştır.
12 Eylül 1980 Darbesi ve Sonuçları
12 Eylül 1980 darbesi, sadece münferit bir olay olarak değil, 1970’lerin kaosunun bir sonucu ve takip eden on yılların siyasi yapısını şekillendiren temel bir an olarak değerlendirilmelidir.
- Veriler: Darbe, parlamentonun ve tüm siyasi partilerin feshedilmesine, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş gibi siyasi liderlerin sürgüne gönderilmesine ve 1982’de yeni bir anayasanın dayatılmasına yol açmıştır. Darbenin insani maliyeti de ağır olmuştur: 650 bin kişi gözaltına alınmış, 230 bin kişi yargılanmış, 517 kişi idama mahkûm edilmiş ve bu kişilerden 50’si infaz edilmiştir. Yaygın işkence, yargısız infazlar ve sivil toplumun bastırılması sistematik bir hal almıştır.
- Analiz: 1980 darbesi, Milli Güvenlik Kurulu (MGK) aracılığıyla silahlı kuvvetlerin sivil hükümetler üzerinde nihai otoriteye sahip olduğu bir “askeri vesayet” sistemi yaratarak Türk siyasetini temelden yeniden şekillendirmiştir. 1982 Anayasası, bu rolü kurumsallaştırarak 1980’ler ve 90’ları tanımlayacak olan sınırlı bir demokrasi yaratmıştır. Bu durum, istikrarsızlık ve müdahale arasında simbiyotik bir ilişki doğurmuştur. Kronik siyasi istikrarsızlık, sadece askeri müdahalelerin bir nedeni değil, aynı zamanda 1982 askeri anayasasının tasarladığı siyasi sistemin bir ürünüydü. Bu sistem, parçalanmayı teşvik ederken orduya sivil siyaseti “düzeltme” rolü vererek, zayıf hükümetler ve askeri denetimden oluşan kendi kendini idame ettiren bir döngü yaratmıştır. Koalisyonlar kaçınılmaz olarak büyük krizleri yönetemediğinde, ordu 1997’de olduğu gibi müdahale ederek gerekçe olarak kendi yarattığı istikrarsızlığı göstermiştir.
1990’ların İstikrarsız Koalisyonları
1990’lar, 1970’lerin siyasi parçalanmışlığına bir geri dönüş olarak görülebilir, ancak bu kez askeri denetimin yeni anayasal çerçevesi içinde gerçekleşmiştir.
- Veriler: Bu dönem, Doğru Yol Partisi (DYP) – Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP), Anavatan Partisi (ANAP) – DYP ve kısa ömürlü REFAHYOL (Refah Partisi – DYP) hükümeti gibi bir dizi zayıf ve kısa ömürlü koalisyon hükümetinin hakimiyetindeydi. Bu koalisyonlar genellikle ideolojik olarak zıt partiler arasında kurulmuş, bu da politika tutarsızlığına ve sürekli iç çatışmalara yol açmıştır.
- 28 Şubat “Post-Modern Darbesi”: REFAHYOL hükümetinin yükselişi, 28 Şubat 1997’de MGK aracılığıyla bir askeri müdahaleyi tetiklemiş ve hükümeti istifaya zorlamıştır. Bu olay, ordunun siyasetteki nihai hakem rolünü pekiştirmiş ve en belirgin şekilde başörtüsü yasağını yoğunlaştıran dini ifadeye yönelik bir baskıya yol açmıştır.
“Yeni Türkiye”de Yönetim: Uzun Süreli Tek Parti İktidarının Dinamikleri
AKP’nin Yükselişi ve Koalisyonların Sonu
2001 ekonomik krizi ile 1990’ların koalisyon hükümetlerinin yolsuzluk ve yetersizlik algısı, 2002 seçimlerinde AKP’nin doldurduğu siyasi bir boşluk yaratmıştır. Bu, Türkiye siyasetini 1961’den beri tanımlayan koalisyonlar döneminin sonu anlamına geliyordu.
15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi ve Sonuçları
Bu olay, siyasi manzarayı ve güç dinamiklerini temelden değiştiren bir dönüm noktası olarak analiz edilmelidir.
- Veriler: Fethullah Gülen hareketine (FETÖ) atfedilen darbe girişimi 251 kişinin hayatını kaybetmesine ve binlerce kişinin yaralanmasına neden olmuştur. Girişim, sadık güvenlik güçleri ve yaygın sivil direnişin birleşimiyle engellenmiştir. Sonrasında Olağanüstü Hal (OHAL) ilan edilmiş ve modern Türk tarihinin en büyük tasfiyesi yaşanmıştır: 125 binden fazla kamu görevlisi Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile ihraç edilmiş, yüz binlerce kişi gözaltına alınmış veya tutuklanmıştır.
- Analiz: Başarısız darbe, hükümete gücü pekiştirmek, devlet aygıtı içindeki (özellikle ordu ve yargıdaki) algılanan iç düşmanları tasfiye etmek ve başkanlık sistemine geçişi hızlandırmak için bir gerekçe sağlamıştır. Bu olay, eski askeri vesayet sisteminin kesin sonunu getirmiş, ancak onun yerine yeni, son derece merkeziyetçi bir yürütme otoritesi koymuştur. Olayın travması aynı zamanda Türk toplumunu derinden etkilemiş, yaygın bir endişeye yol açmış ve başlangıçta hükümetin konumunu güçlendiren bir “bayrak etrafında toplanma” etkisi yaratmıştır. Bu durum, devlet krizlerinin doğasında bir dönüşüme işaret etmektedir. “Eski Türkiye” yönetim krizleriyle (parlamenter tıkanıklık, hükümet kuramama) karakterize edilirken, “Yeni Türkiye” devletin kendisinin krizleriyle (2016 darbe girişimi gibi devlet aygıtının kontrolü için varoluşsal bir mücadele) tanımlanmaktadır. 2002 öncesi sistemde rakip güç merkezleri varken, 2002 sonrası gücün tek elde toplanmasıyla siyasi savaşlar artık parlamentodaki partiler arasında değil, tüm devlet mekanizmasının kontrolü için mücadele eden gruplar arasında yaşanmaya başlamıştır.
Başkanlık Sistemine Geçiş
OHAL koşullarında yapılan 2017 anayasa referandumu, parlamenter sistemden geniş yürütme yetkilerini cumhurbaşkanının elinde toplayan aşırı-başkanlık sistemine geçişi resmileştirmiştir. Bu, 2002 sonrası siyasi merkezileşme eğiliminin doruk noktasını temsil etmektedir.
Çatışma ve Güvenlik: Kürt Meselesine İki Farklı Yaklaşım
1990’lar: Çatışma ve Devlet Şiddetinin Zirvesi
Bu dönem, Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile çatışmanın en şiddetli yaşandığı dönemdi.
- Veriler: Devletin stratejisi ezici bir şekilde güvenlik odaklıydı ve bu da yaygın insan hakları ihlallerine yol açtı. Bu ihlaller arasında köylerin sistematik olarak zorla boşaltılması ve yakılması da vardı; sadece 1990 ile 1993 arasında 923 köy veya mezra boşaltılmıştır. Bu dönem aynı zamanda, genellikle devlet güvenlik unsurlarıyla bağlantılı binlerce faili meçhul siyasi cinayet ve kayıplarla da anılmaktadır. Bu zorunlu göç, kentleşmeyi dramatik bir şekilde artırmış ve batı şehirlerinde büyük sosyal sorunlar yaratmıştır.
2002 Sonrası Dönem: “Çözüm Süreci”nden Şehir Savaşlarına
AKP hükümeti başlangıçta farklı bir yaklaşım benimsemiştir.
- “Çözüm Süreci”: Yaklaşık 2013’ten 2015’e kadar devlet, siyasi bir çözüm hedefiyle PKK ile doğrudan müzakerelere girmiştir. Bu, geçmişin salt güvenlik temelli politikalarından benzeri görülmemiş bir sapmaydı.
- Çöküş ve “Hendek Operasyonları”: Süreç 2015 ortalarında çökmüş ve çatışmanın yeni ve acımasız bir evresine yol açmıştır. PKK’ya bağlı gençlik grupları (YDG-H), güneydoğudaki şehir merkezlerinde hendekler kazarak “özyönetim” ilan etmiştir. Devlet, ağır silahlar kullanarak kitlesel askeri operasyonlarla karşılık vermiş, bu da Sur (Diyarbakır), Cizre ve Nusaybin gibi şehirlerin büyük bölümlerinin yıkılmasına neden olmuştur.
- Analiz: 1990’lardaki kırsal gerilla savaşından 2015 sonrası şehir savaşına geçiş, çatışmanın doğasında kritik bir değişimi temsil etmektedir. “Çözüm Süreci” tarihi bir barış girişimi olsa da başarısızlığı, sivil hayata ve kentsel altyapıya 1990’lardaki çatışmalardan daha yıkıcı bir etki yapan bir çatışmayla sonuçlanmıştır.
Ekonomik Paradigma – Kriz Yönetiminden Baskı Altındaki Bir Büyüme Modeline
Bu bölüm, 2002 öncesi dönemin kronik olarak istikrarsız, yüksek enflasyonlu ekonomisini, 2002 sonrası dönemin yüksek büyüme oranlı ancak giderek kırılganlaşan modeliyle karşılaştırmaktadır.
2002 Öncesi Ekonomi: Bir Büyüme, Çöküş ve Kurtarma Döngüsü
Yapısal Kusurlar ve Kriz Onyılları
2002 öncesi Türkiye ekonomisi, yüksek kamu açıkları, korumacı bir iç sanayi ve dış şoklara karşı kırılganlık gibi yapısal kusurlarla tanımlanıyordu.
- 1970’ler: Bu on yıl, sürdürülemez hale gelen ithal ikameci politikalarla şekillenmiş, küresel petrol şokları tarafından daha da kötüleştirilerek ciddi mal kıtlıklarına, döviz krizine ve hızla artan enflasyona yol açmıştır.
- 1994 Krizi: Sürdürülemez kamu açıkları ve aşırı değerli bir para birimi tarafından tetiklenen bu kriz, keskin bir devalüasyona, derin bir resesyona (GSYİH’de %6,1’lik daralma) ve üç haneli enflasyona yol açmıştır. Hükümet, 5 Nisan Kararları olarak bilinen IMF destekli bir istikrar programı uygulamak zorunda kalmıştır.
- 2001 Krizi: Modern Türk tarihinin en şiddetlisi olarak kabul edilen bu kriz, kırılgan bir bankacılık sektörü (“görev zararları” ve “içi boşaltılmış bankalar”), yüksek kamu borcu ve siyasi istikrarsızlık dahil olmak üzere 1990’ların yapısal zayıflıklarının bir sonucuydu. Kriz, Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında yaşanan siyasi bir çatışmayla tetiklenmiş, bu da büyük bir sermaye çıkışına, kur rejiminin çökmesine ve GSYİH’de %5,7’lik bir daralmaya yol açmıştır. Bu olay, Kemal Derviş liderliğinde, önemli IMF ve Dünya Bankası desteğiyle kapsamlı bir kurtarma programını zorunlu kılmıştır.
Hiperenflasyon Belası
Yüksek ve kronik enflasyon, günlük yaşamın belirleyici bir özelliğiydi.
- Veriler: Enflasyon düzenli olarak yüksek çift hanelerde seyretmiş, bazı yıllarda %100’ü aşmıştır. Örneğin, 1999’da TÜFE %68,8 iken, “iyi” bir yıl olarak kabul edilen 2000’de bile %39 olarak gerçekleşmiştir.
- Analiz: Bu durum tasarrufları eritmiş, işletmeler için büyük bir belirsizlik yaratmış, ekonomik kararları bozmuş ve özellikle ücretli çalışanlar ile sabit gelirlileri orantısız bir şekilde etkilemiştir. Bu, halkın hoşnutsuzluğunun temel nedenlerinden biriydi.
2002 Sonrası Ekonomi: Yeni Bir Modelin Yükselişi ve Durgunluğu
“Altın On Yıl” (2002-2013)
AKP hükümeti, 2001 krizi sonrası uygulamaya konan güçlü ekonomik programı devralmış ve elverişli bir küresel likidite ortamından faydalanmıştır.
- Veriler: Bu dönem, makroekonomik istikrarda dikkate değer bir başarıya sahne olmuştur. Enflasyon on yıllardır ilk kez tek haneli rakamlara indirilmiştir. Kişi başına düşen GSYİH, 2002’de 3.608 dolardan 2013’te 12.582 dolarlık zirveye fırlamıştır. Bu, güçlü ve istikrarlı bir ekonomik büyüme dönemiydi.
- Analiz: Bu başarı, mali disiplin, bankacılık sektörü reformları, özelleştirme ve önemli miktarda doğrudan yabancı yatırım çekme üzerine inşa edilmiştir. Bu ekonomik performans, on yıldan fazla bir süre boyunca AKP’nin siyasi hakimiyetinin temelini oluşturmuştur. Bu başarının temelinde, 2001 krizinin küllerinden doğan acı verici ama gerekli yapısal reformlar yatmaktadır. Kemal Derviş programı, “Eski Türkiye” ekonomisinin temel sorunlarını (yolsuzluğa batmış ve denetimsiz bir bankacılık sistemi, mali kontrol eksikliği) ele almıştır. AKP hükümeti, bu reforme edilmiş ve istikrara kavuşturulmuş ekonomik çerçeveyi devralarak ve bunu siyasi istikrarla birleştirerek, yüksek büyüme ve yabancı yatırım şeklinde meyvelerini toplamıştır.
2013 Sonrası Durgunluk ve Ortaya Çıkan Kırılganlıklar
2013’ten sonra büyüme modeli zorlanma belirtileri göstermeye başlamıştır.
- Veriler: Dolar bazında kişi başına düşen GSYİH, 2013’teki zirvesinden sonra durgunlaşmış ve hatta düşerek 2020’de 8.600 dolara gerilemiş, ardından 2023’te 13.110 dolara toparlanmıştır. Bu nominal toparlanmaya rağmen, Türkiye’nin kişi başına gelirdeki küresel sıralaması 2003’ten bu yana değişmemiş (69. sıra) ve ekonomistler, dolar enflasyonuna göre ayarlandığında reel gelirin son on yılda düştüğünü belirtmektedir.
- Analiz: Büyüme modeli, verimlilik artışları veya yüksek teknolojili ihracat yerine, giderek artan bir şekilde iç kredi genişlemesine ve büyük ölçekli inşaat projelerine bağımlı hale gelmiştir. Bu durum, ekonomiyi kur dalgalanmalarına, son yıllarda yüksek seviyelere geri dönen enflasyona ve küresel yatırımcı duyarlılığındaki değişimlere karşı daha savunmasız hale getirmiştir. Bu, ekonomik kırılganlığın doğasında bir değişime işaret etmektedir. “Eski Türkiye” ekonomisi, zayıf kamu maliyesi ve bankacılık krizleri nedeniyle iç çöküşe karşı savunmasızken, “Yeni Türkiye” ekonomisi, küresel finans piyasalarıyla derin entegrasyonu ve yabancı sermaye girişlerine olan bağımlılığı nedeniyle dış şoklara karşı savunmasızdır. Büyüme modeli, sürekli bir cari açığı finanse etmek için “sıcak para” ve dış kredi akışına bağımlı hale gelmiştir. Bu, bir yandan tüketim ve inşaat patlamasını körüklerken, diğer yandan Türk Lirası’nı ve genel ekonomiyi küresel finansal koşullara karşı son derece hassas hale getirmiştir.
Devletin ve Toplumun Dönüşümü
Bu bölüm, milyonlarca Türk vatandaşının günlük yaşamını yeniden şekillendiren kamu hizmetleri, altyapı ve sosyal dinamiklerdeki somut değişiklikleri incelemektedir.
Kamu Hizmetlerinde Revizyon
Sağlık Devrimi: Parçalanmışlıktan Merkezileşmeye
- 2002 Öncesi Sistem: Üç başlı, eşitsiz bir yapı ile karakterize ediliyordu: işçiler için SSK, serbest meslek sahipleri için Bağ-Kur ve memurlar için Emekli Sandığı. Özellikle SSK hastaneleri, uzun kuyruklar, kötü hizmet ve ilaç kıtlığı ile anılıyordu. Bakıma erişim, kişinin sigorta durumuna bağlıydı ve bu da birçok kişiyi yetersiz veya hiç güvencesiz bırakıyordu.
- 2002 Sonrası Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP): Bu, dönemin belki de en kapsamlı sosyal reformuydu.
- Veriler ve Politikalar: Programın temel bileşenleri şunlardı: 1) Tüm vatandaşları tek bir Genel Sağlık Sigortası (GSS) şeması altında birleştirmek. 2) Tüm kamu hastanelerini (SSK, devlet) Sağlık Bakanlığı çatısı altında toplamak. 3) Birinci basamak sağlık hizmetlerini güçlendirmek için aile hekimliği sistemini getirmek. 4) Hastanelere idari ve mali özerklik tanımak.
- Sonuçlar: Reformlar, sağlık hizmetlerine erişimi çarpıcı bir şekilde artırdı. Sağlık sigortası olanların sayısı önemli ölçüde genişledi. Hastanelere başvuru sayıları patladı; ikinci ve üçüncü basamak hastane ziyaretleri 2002-2019 arasında %291 arttı. Aynı dönemde özel hastane sayısı da 271’den 575’e çıkarak iki katından fazla arttı.
- Analiz ve Eleştiri: Erişim ve (en azından başlangıçta) hasta memnuniyeti belirgin şekilde iyileşirken, SDP aynı zamanda sağlık hizmetlerini ticarileştirdi. Sistem talep odaklı hale gelerek devlet için maliyetlerin patlamasına (SGK açıkları), doktorlar üzerinde muazzam bir iş yüküne ve özel sektörün rolünün artmasına yol açtı, bu da uzun vadeli sürdürülebilirlik ve eşitlik konusunda endişeleri beraberinde getirdi.
Eğitim Patlaması: Yükseköğretimin Kitleselleşmesi
- 2002 Öncesi Durum: Sistem, sınırlı sayıda üniversiteye ve daha küçük bir öğrenci nüfusuna sahipti. 1990’lardaki veriler, ilk ve orta dereceli okullarda öğretmen başına düşen öğrenci sayısının 28-32 civarında olduğunu göstermektedir.
- 2002 Sonrası Genişleme: Her ile bir üniversite açma politikası izlendi.
- Veriler: Üniversite sayısı 2002 öncesi 76 iken 208’e yükseldi. Toplam üniversite öğrenci sayısı (Açık öğretim hariç) 2 milyonun altındayken 2024 itibarıyla 4,2 milyonun üzerine çıktı. Uluslararası öğrenci sayısı ise 2002’de 15 bin iken 2024’te yaklaşık 350 bine ulaşarak şaşırtıcı bir artış gösterdi.
- Analiz: Yükseköğretimin bu “kitleselleşmesi“, ülkenin dört bir yanından yeni nesil öğrenciler için erişimi çarpıcı bir şekilde artırdı. Ancak bu hızlı niceliksel genişleme, nitelikli akademik personel veya kaynaklarda orantılı bir artışla desteklenmedi, bu da eğitim ve araştırma kalitesinde bir düşüşe ilişkin yaygın endişelere yol açtı. Bu durum, “kitleselleşmenin paradoksu” olarak adlandırılabilir: Erişim dramatik bir şekilde artarken, kalite konusunda ciddi zorluklar ortaya çıkmıştır.
Yapılı Çevre: Altyapı ve Konut
TOKİ Fenomeni: Kentsel Manzarayı Yeniden Şekillendirmek
- 2002 Öncesi TOKİ: Devlet konut idaresi, esas olarak kredi desteği sağlayan nispeten küçük bir aktördü. 1984 ile 2002 arasında (18 yıl), sadece 43.145 konut üretmiştir.
- 2002 Sonrası TOKİ: TOKİ, ülkenin en büyük müteahhidi ve geliştiricisine dönüştürüldü.
- Veriler: 2002’den 2023’e kadar TOKİ, 1,2 milyon konut üretmiştir. Bu, sosyal konut yapımında muazzam bir hızlanmayı temsil etmektedir.
- Analiz: Bu devasa inşaat programı, düşük ve orta gelirli aileler için önemli bir konut açığını gidermiştir. Aynı zamanda ekonomik büyümenin (inşaat sektörünü yönlendirerek) kilit bir motoru ve güçlü bir sosyal politika ve siyasi himaye aracı haline gelmiştir. Ölçekteki bu zıtlık, iki dönem arasındaki en dramatik farklardan biridir.
Türkiye’yi Birleştirmek: Altyapı Hamlesi
- Karayolları: “Bölünmüş yol” programı, imzalı bir politikaydı.
- Veriler: Bölünmüş yol ağı, 2003 öncesi 6.101 km’den 29.139 km’ye genişlemiştir. 2003 öncesinde sadece 6 il bölünmüş yollarla birbirine bağlıyken, bu sayı 77’ye çıkmıştır.
- Havacılık: Hava yolculuğu serbestleştirildi ve genişletildi.
- Veriler: Aktif havalimanı sayısı 2002’de 26’dan 57-58’e yükseldi. İç hat yolcu sayısı sadece 2002’den 2008’e kadar 8,7 milyondan 33,5 milyona fırladı.
- Analiz: Bu altyapı patlaması, ülkeyi fiziksel olarak bütünleştirmiş, seyahat sürelerini kısaltmış ve ekonomik faaliyeti kolaylaştırmıştır. Bu, hükümetin “icraat” anlatısının oldukça görünür ve popüler bir yönüydü. Bu durum, “hizmet sunan devletin” meşruiyet kaynağı olarak nasıl işlediğini göstermektedir. Milyonlarca insanın günlük yaşamını iyileştiren somut, gözle görülür hizmetler sunarak, hükümet geniş bir seçmen tabanıyla güçlü ve dayanıklı bir bağ kurmuş, bu da onu siyasi zorluklara karşı dirençli kılmıştır. 2002 öncesi devletin genellikle uzak ve verimsiz olarak algılanmasına karşılık, yeni yollar, hastaneler ve konutlar, “çalışıyorlar” anlatısını güçlendiren güçlü bir karşı argüman sunmuştur.
Sosyal Kutuplaşmalar ve Haklar: Eski Yaralar ve Yeni Fay Hatları
Başörtüsü Meselesi: Belirleyici Bir Çatışmanın Çözümü
- 2002 Öncesi: Başörtüsü, üniversitelerde ve kamu dairelerinde yasaktı ve bu politika 28 Şubat sürecinden sonra agresif bir şekilde uygulanıyordu. Bu yasak, derin bir sosyal bölünme ve travma kaynağıydı ve dindar kadınların büyük bir bölümünün yükseköğretime ve kamu sektöründe istihdama erişimini engelliyordu.
- 2002 Sonrası: AKP hükümeti yasağı kademeli olarak kaldırdı ve 2010’ların başında üniversitelerden ve kamu sektöründen tamamen kaldırılmasıyla sonuçlandı.
- Analiz: Yasağın kaldırılması, “Eski Türkiye“nin en acı verici ve kutuplaştırıcı çatışmalarından birini çözen dönüm noktası niteliğinde bir olaydı. Bu, dindar muhafazakârlar için büyük bir zaferi temsil ediyor ve laik devlet ile dindar vatandaşlar arasındaki ilişkiyi temelden değiştiriyordu.
Kentleşme ve Sosyal Değişim
- 2002 Öncesi: Bu dönem, kırsaldan kentsel alanlara kitlesel ve genellikle kontrolsüz göçle tanımlanıyordu ve bu da gecekonduların yayılmasına yol açıyordu. Bu göç, ekonomik zorluklar ve 1990’larda Güneydoğu’daki çatışmalar tarafından körükleniyordu.
- 2002 Sonrası: Göç devam ederken, devletin tepkisi değişti. Büyük ölçekli kentsel dönüşüm projeleri ve TOKİ geliştirmeleri, gecekondu alanlarını resmi konutlarla değiştirmeyi amaçlayarak şehirlerin fiziksel ve sosyal dokusunu değiştirdi.
Kamu Refahının Karşılaştırmalı Bilançosu
Bu son analitik bölüm, siyasi ve ekonomik değişikliklerin ortalama bir vatandaşın yaşam standartları üzerindeki etkisini, yoksulluk, sosyal destek ve gelir eşitsizliğine odaklanarak değerlendirmektedir.
Yoksulluk ve Sosyal Yardım Devletinin Yükselişi
- 2002 Öncesi Gerçeklik: Yoksulluk yaygındı ve sosyal güvenlik ağı asgari düzeyde ve parçalıydı. 1994 ve 2001 ekonomik krizleri milyonlarca insanı yoksulluğa itmişti. Kasım 2002’de dört kişilik bir aile için “açlık sınırı” 369 milyon TL, “yoksulluk sınırı” ise 1,122 milyar TL idi (paradan altı sıfır atılmadan önce).
- 2002 Sonrası Dönüşüm: Sosyal politikada daha az görünür ancak önemli bir devrim gerçekleşti.
- Veriler: Mutlak yoksullukta önemli bir düşüş yaşandı. Satın alma gücü paritesine göre günde 4,3 doların altında yaşayan nüfusun oranı 2002’de %30,3 iken 2014’te %1,62’ye düştü. Genel hane halkı yoksulluk oranı 2002’de %22,45’ten 2009’da %14,54’e geriledi. Bu düşüşe, sosyal refah sisteminin kitlesel bir şekilde genişlemesi eşlik etti. Sosyal yardım harcamalarının GSYİH’ye oranı 2002’de %0,38’den 2021’de %1,29’un üzerine çıktı.
- Analiz: Devlet, asgari sosyal destek konumundan, gelişmekte olan dünyadaki en kapsamlı sosyal yardım ağlarından birini oluşturmaya geçti. Bu ağ, geniş bir yelpazede destek (eğitim için şartlı nakit transferleri, yoksullar için sağlık yardımları vb.) sağlamakta ve yoksulluğun en kötü biçimlerini hafifletmede ve ekonomik gerilemeler sırasında sosyal bir tampon görevi görmede hayati bir rol oynamıştır. Bu sosyal yardım devleti, “Yeni Türkiye”nin belirleyici ve genellikle göz ardı edilen bir özelliğidir. Bu durum, refahın iki temel direği üzerine inşa edildiğini göstermektedir: büyüme ve doğrudan yardım. Mutlak yoksulluktaki önemli azalma, yalnızca ekonomik büyümenin bir sonucu değildi; büyüyen ekonomiden elde edilen istihdam yaratımını, devlet tarafından yürütülen sosyal yardım ağının hedefe yönelik ve kitlesel genişlemesiyle birleştiren iki yönlü bir stratejiydi.
Gelir Dağılımı ve Eşitsizlik
- Gini Katsayısı: Bu, gelir eşitsizliğinin standart ölçüsüdür; 0 mükemmel eşitliği, 1 ise mükemmel eşitsizliği temsil eder.
- 2002 Öncesi: Türkiye’de çok yüksek düzeyde eşitsizlik vardı. Gini katsayısı 1994’te 0,49 iken 2002’de 0,44 idi.
- 2002 Sonrası: Eğilim daha karmaşıktır.
- Veriler: Gini katsayısı, ilk büyüme yıllarında önemli bir iyileşme göstererek 2002’de 0,44’ten 2005 ve 2011’de 0,38’e düştü. Bu, büyümenin ilk aşamasının nispeten kapsayıcı olduğunu göstermektedir. Ancak bu dönemden sonra ilerleme durmuş, katsayı 0,39-0,41 civarında dalgalanmıştır.
- Analiz: Gelir dağılımındaki ilk iyileşme, güçlü istihdam artışı ve sosyal programların genişlemesiyle sağlanan büyük bir başarıydı. Sonraki durgunluk, ekonomik modelin sonraki aşamasının eşitsizliği azaltmada daha az etkili olabileceğini düşündürmektedir. İyileşmelere rağmen, Türkiye’nin gelir eşitsizliği çoğu Batı ülkesine kıyasla yüksek kalmaya devam etmektedir. Devletin sosyal yardımda çok daha aktif hale gelmesine rağmen, Gini katsayısı ile ölçülen
göreli eşitsizlik üzerindeki etkisinin önemli ancak nihayetinde sınırlı olduğu görülmektedir. Sosyal transferler, insanları mutlak bir yoksulluk sınırının üzerine çıkarmada etkili olsa da piyasanın ürettiği genel gelir dağılımını değiştirmede daha az etkilidir. Bu, yeniden dağıtımın sınırlarını ve Türkiye ekonomik modelinin daha köklü yapısal sorunlarını ele almadan daha adil bir toplum yaratmanın zorluklarını göstermektedir.
Süreklilikler, Kopuşlar ve “Yeni Türkiye”nin Çözülmemiş Soruları
Raporun bulguları sentezlendiğinde, 2002’nin derin bir kopuşu temsil ettiği açıktır. “Eski Türkiye“, siyasi istikrarsızlık, ekonomik oynaklık ve genellikle ya baskıcı (güvenlik ve kimlik politikalarında) ya da yok (sosyal hizmet sunumunda) olarak algılanan bir devlet tarafından tanımlanıyordu. “Yeni Türkiye” ise siyasi merkezileşme, devlet öncülüğünde bir kalkınma modeli ve hizmetler ve yardımlar aracılığıyla vatandaşlarının günlük yaşamlarında çok daha geniş bir rol üstlenen bir devlet tarafından tanımlanmaktadır.
Bu dönüşümün merkezinde önemli ödünleşimler yatmaktadır. Siyasi istikrar, demokratik denge ve denetleme mekanizmalarının zayıflaması ve artan kutuplaşma pahasına elde edilmiştir. Kamu hizmetlerine erişim kitlesel olarak genişletilmiş, ancak kalite ve uzun vadeli mali sürdürülebilirlik soruları devam etmektedir. Büyük bir sosyal çatışma (başörtüsü yasağı) çözülmüş, ancak 2016 sonrası iklimde yenileri ortaya çıkmıştır.
“Eski“den “Yeni” Türkiye’ye geçiş, basit bir başarı ya da başarısızlık hikayesi değildir. Bu, çelişkili sonuçlar üreten karmaşık ve devam eden bir devlet ve ulus inşa sürecidir: fiziksel olarak daha gelişmiş ve bütünleşmiş, daha sağlam bir refah sistemine sahip bir ulus, ancak aynı zamanda siyasi olarak daha kutuplaşmış ve daha kısıtlı bir demokratik alana sahip bir toplum. Rapor, “Yeni Türkiye“nin hizmet sunumu ve büyüme modelinin, yeni ekonomik zorluklar ve derinlere kök salmış siyasi bölünmeler karşısında sürdürülebilir olup olmadığı yönündeki kilit ve çözülmemiş soruyla sona ermektedir.