Yılmaz’ın başbakanlığı dönemine damga vuran ve söylemini derinden etkileyen en büyük devlet skandalıdır. Onun lügatinde Susurluk, devlet-siyaset-mafya ilişkilerinin ortaya çıktığı, “devletin rutin dışına çıktığı” ve sivil siyasetin “çetelerle” mücadele etmek zorunda kaldığı bir karanlık dönemi simgeler. “Bu işi çözemezsem başbakanlık bana haram olsun” diyerek skandalın üzerine gitme sözü vermiş, ancak sürecin karmaşıklığı ve “devlet sırları” gibi engeller nedeniyle tam bir aydınlanma sağlanamamıştır. Susurluk, onun hem “temiz siyaset” vaadini hem de devletin derinlikleri karşısındaki pragmatik ve sınırlı duruşunu aynı anda sergileyen bir olgudur.
Susurluk skandalı sonrası kamuoyuna yansıyan bu ifade , Yılmaz’ın “devlet aklı” ve “derin devlet” gerçekliğiyle olan karmaşık ilişkisini özetler. Bu söz, devletin, hukuk ve meşruiyet sınırlarının ötesinde operasyonlar yapabildiğinin üstü kapalı bir kabulüdür. Retorik olarak çok katmanlıdır: Bir yandan skandalı ve devlet içindeki yasa dışı yapıları küçümseme ve normalleştirme işlevi görürken, diğer yandan siyasi bir […]
Yılmaz’ın siyasi kariyerinin son dönemlerinde sıkça karşılaştığı ve söyleminde önemli bir yer tutan hukuki bir mekanizmadır. Hakkındaki yolsuzluk iddiaları (Türkbank, Telsim vb.) nedeniyle Yüce Divan’da yargılanması gündeme gelmiştir. Söyleminde Yüce Divan, bir yandan siyasi rakiplerinin kendisini yıpratmak için kullandığı bir “siyasi istismar konusu” , diğer yandan ise aklanacağına inandığı bir adalet mekanizması olarak yer alır. […]
Özellikle Susurluk skandalı bağlamında, devlet içindeki yasa dışı, organize suç yapılarını tanımlamak için kullandığı bir terimdir. Yılmaz, bu yapıların üzerine gidilmesi gerektiğini savunarak kendisini temiz siyasetin ve hukuk devletinin yanında konumlandırmıştır. Ancak aynı zamanda, bu “çetelerin” devletin derinliklerindeki gücünün farkında olduğunu ima eden pragmatik bir dil de kullanmıştır. Söyleminde “çete“, sivil siyaseti tehdit eden, hukukun […]