Özal’ın, özellikle Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş gibi eski liderleri “vizyonsuzlukla” itham ederek kendisini konumlandırdığı bir sıfattır. 12 Eylül öncesinin kaos ortamını yaratan siyasi figürlerin karşısına, Türkiye’yi yeni bir çağa taşıyacak tek seçenek olarak kendisini koymuştur. Bu söylem, temsili demokrasi kurumlarını ve rakip partileri önemsizleştirme eğilimi taşır. Retorik işlevi, seçmeni eski ile yeni arasında net bir tercihe zorlamak ve kendi liderliğini kaçınılmaz bir seçenek olarak sunmaktır.
“Seçimden önce zam yapacak kadar enayi miyim?” şeklinde kullandığı bu ifade, onun siyaseti popülist ve pragmatik bir bakış açısıyla ele aldığını gösterir. Siyasi kararların zamanlamasının, kamuoyu algısı ve seçim sonuçları üzerindeki etkisine ne kadar önem verdiğini ortaya koyar. Bu argo ve samimi dil, onun “halktan biri” imajını güçlendirir ve siyasetin perde arkasındaki “gerçekleri” halkla paylaşıyormuş […]
Düşük memur maaşlarıyla ilgili bir soruya verdiği bu cevap, Türk siyasi dilinin en çok anlam katmanına sahip ifadelerinden biridir. İlk ve en masum anlamı, memurların tutumlu ve becerikli olduğu, ek işler yaparak geçimlerini sağlayabildikleridir. Ancak, ifadenin yaygın ve kalıcı anlamı, rüşvet, yolsuzluk ve kamu kaynaklarının kişisel çıkar için kullanılmasına göz yumulduğu, hatta bunun teşvik edildiği […]
İktidarda kalma süresiyle ilgili eleştirilere veya koltuğu bırakması yönündeki telkinlere karşı verdiği sert ve argo bir cevaptır. Bu ifade, onun siyasi mücadeledeki kavgacı ve pervasız yönünü gösterir. Siyasi nezaketin dışına çıkan bu dil, halkla doğrudan ve samimi bir iletişim kurma stratejisinin bir parçasıdır ve “halktan biri” imajını pekiştirir.